12 Mart 2010 Cuma

bilmek mutluluktu. ben bildiğimi sanarak mutlu olurdum ama. gerçekleri cam bir vazo gibi kavradığımı sandım, elimden kayıp düşmesi ise küçük bir ayrıntıydı. kendi ruhumun bin bir yüzünü gördüğüm binlerce cam kırığı var her yerde. gerçeği görmeyi herkes isterdi değil mi? cam kırıklarından fazla acıtmayacaksa...

uzanıp aldım raftan eski tozlu bir kitabı; içinde kitap gibi eskimiş hayatlar, sorular, kafamızdaki soruları yanıtlamaya yetmeyen cevaplar. kapağında bir resim. çizilebilir miydi özgürlük? küçük bir dünya hep hayal edilen, biraz deniz, biraz gök, biraz da mutluluk resmin kıvımlarında. hatıraların canlandığı, kötülerin gidip iyilerin kaldığı bir cennet, unutup uyuşturan bir cehennem aslında. durdurulamaz isteklerin çoktan kendini kaybetmiş tutkuları, sonsuzlukta maviliği içine alıyor. klişe hayallerin ulaşamadığı yer. akreple yelkovanın arasında adice bir soğukluk, bir buzdağı var aslında, yan yana geldiklerinde itiyorlar birbirlerini, uzak olduklarında kovalıyorlar aşıklar, zaman akıp gitsin diye ellerimizden, burda ise hepsi eskimiş elimdeki sayfalar gibi, hepsinden, zamandan bile yıllar almış bitmeyen ışığın ellerindeki gökkuşağı, kamaştırıp gözlerimizi kapattırmış dünyaya, bir anne gibi uyutmuş dizlerinde.

şüphe; gerçeğin kanatlarına bindiğinde,
güneş tutuldu bir an,
zaman durdu,
düştüm ben senin kollarına,
hayal kurdum.
ama sadece bir an.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder