25 Mayıs 2011 Çarşamba

biraz daha bağırayım, belki duymuyorsundur.
ya da daha fazla susayım, duysan da anlamıyorsundur.

24 Mayıs 2011 Salı

sadece değişiyoruz. o kadar değişiyoruz ki sonunda hiçbir şeyi tanımaz oluyoruz.

gitmeye çalışıyoruz. bizi tutan her şeyden kaçmaya çalışıyoruz. özgürlük bu diyoruz, sonra da birini hislerimizi emanet edecek kadar sevmek istiyoruz. her şeyden kaçmak istemiyoruz, istediklerimizle kaçmak isteyip buna "gitmek" diyoruz. anılardan gidemiyoruz, gidip kendinize iyi bakın ya da isterseniz bakmayın diyemiyoruz.

umursamıyoruz. nereye gittiğimizi umursamıyoruz, sadece koşuyoruz. amaç yok, sonuç yok, kabuslarımızdan kaçarken koşarız kurtulmak için ama uyandığımızda hala aynı yerdeyizdir ya, işte öyle uzaklaşıyoruz. aslında ne kadar uzaklaşırsak uzaklaşalım bir çıkmazda turlar atıyoruz.

bir şarkı duyuyoruz, bir insan görüyoruz. öylesine oturup hayatımızı değiştirecek birini bekliyoruz. oysaki beyaz atlı prensler çocukluğumuzun masallarında kalıyor, o kaçmayacak fırsatlar başkalarının eline geçiyor. biz yine de oturup şanslı seçilmek istiyoruz, bekliyoruz. değişmiyoruz, hiçbir şeyi değiştirmiyoruz.

bu farklı diyoruz, bu sefer eskisine benzemeyecek. "bu dönem çok çalışacağım, bu hafta paramı çabuk harcamayacağım, bugün otobüsü kaçırmayacağım, bu sefer farklı seviyorum, bugün değişeceğim, bugün üzülmeyeceğim" bugün o gün olmuyor. bir anda sihirli değnekler her şeyi daha iyi yapmıyor. hala bazı insanları çekemiyorsun, bazı gerçekleri kabullenemiyorsun, bazı yemekleri yiyemiyorsun, küçük şeylere ağlamamazlık edemiyorsun. ah ama unutmuşum -sana göre bu sefer her şey farklıydı-

hayatımızı düşünüyoruz, daha doğrusu sürekli bir hayat kurmayı. kurana kadar istediğimizi, elimizdeki bitiyor.

5 Mayıs 2011 Perşembe

birkaç sorunumuz vardı, unutulabilir.
birkaç insan tanıyorduk, birkaçtan biraz fazla belki, yok sayılabilir.
çok vazgeçmek mi sorundu, vazgeçecek çok şeyimiz olması mı?

kaybetmek istemiyorduk, bir sürü kaybımız vardı, umursamadığımız.
hayallerimizi yazıp birkaç balon uçurmuştuk, gerçek olmamışlardı.
olmalarını beklemiyorduk ya, her şeye dediğimiz gibi "olsaydı iyi olurdu"
çok istemiştim ama becerememiştik, "biz" olabilseydik iyi olurdu.

birkaç şarkı mırıldandık, benimkileri sevmezdin, bilmezdin.
sen susardın, ben devam ederdim.
ben çok konuşurdum, sen giderdin.
ben şarkı söylemeye devam ederdim.

birkaç kez ben olmaya çalıştım.
ama ben de bilmiyordum ki ne olduğumu.
nereye gideceğim belliydi de, nerede olduğumu kim bilecekti?
benim bilmem gerekiyordu, gereksiz bilgiler.

birkaç cümle kurdum, okudum tekrar tekrar.
kendi söylediklerimi ezberliyordum.
sonra düşündüm de, birkaç cümle, geçmişim gibi, unutulabilir.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

aniden fark ettim de
çok fazla insan oluyordum
bencilliklerimi fark edip
çok fazla sıyrılmaya çalışıyordum
hep iyi kahraman olma hayalleri kurup
gazetede falımı okumaya devam ediyordum
birileri için iyi olmak isteyip
çay içmeye karar veriyordum
zamanın boşa gittiğini düşünüyordum
ne yaparsam yapayım boşa akan su gibiydi
dolduramıyordum
boşa giden şeylere hep üzülüyordum,
boşa giden insanlara
hep seviliyordum
sonra dönüp baktığımda
hep boşa gidiyordum
filmler izleyip kendimi hatırlıyordum
şarkılar dinleyip seni
bulutlara bakıp seni
insanlara bakıp seni
aslında çoğu şeyde seni hatırlıyormuşum bak
sevdiğimden değil ya bilmezsin sen,
alışkanlıktan,
iyi görünmeye çalışmam
sever gibi yapmam

1 Mayıs 2011 Pazar

"başka kimseyi sevmedi mi? vazgeçsin artık." diyordu değil mi? doğru.

o hatırlıyor mu bilmem, ben hatırladım. o kendinin ne olduğunu bilir miydi bilmem, ama ben biliyordum. o tanımıyormuş ya, ben tanımışım. bir kucak dolusu mutsuzluk mu hediye ediyordu bana, o istemediği mutsuzlukların hepsini benim omuzlarıma yükleyip kaçıyor muydu sürekli?

vazgeçiyordum aslında. her akşam vazgeçiyordum. her sabah, her öğlen, her ikindi, her yatsı. her rüyamda vazgeçiyordum. başka kimseleri sevmeye çalışıyordum. her gün, her yerde çabalıyordum. kurtulmak mı dersin, sıyrılmak mı, kaçmak mı ya da? çalışıyordum. senden kaçmaya çalışıyordum ama beynimdeydin. kurtulmak istiyordum ama unutulmaması gereken ama unutulmak üzere olan bir iş gibi, telaşla aklıma geliyordun. git dediğimde gitmiyordun, belki gerçekten karşımda olsan giderdin. ah unutmuşum, gerçekte karşımda bile durmuyordun değil mi?

sen vazgeçiyordun. zaman senin için ne hızlı geçmişti, verdiğin sözler ne çabuk geçip gitmişti. sen bana bir özür borçlu olduğunu söylüyor, borcunu ödemeden kabuslarımı gerçekleştirmeye koşuyordun. onlarda olduğu gibi yağmurun altında güzel giysilerimle beni bırakıp başka birine bana duyduğun sevgiyi hatta çok daha fazlasını vermeye koşuyordun, ne çabuk ayrılıyordun, ne hızlı gidiyordun.

sen başkasını seviyordun. başkası seni seviyordu. ben seni sevmek istemiyordum. beni çok yoruyordu. söylemek istediğim öyle çok şey vardı ki, susup yutkunuyordum söylememek için. yemek borumdan mideme gidiyordu hepsi, dersimi iyi çalışıyorum değil mi? ama hiç bir şey sindiremiyordu bu sözleri. midemi bulandırıyorlardı. hepsini kusmak istiyordum. yapamıyordum ki, yapamazdım, yapmamalıydım.

seni görmek istemedikçe karşıma çıkıyordun. uzaklaştıkça yanından geçmek zorunda kalıyordum. tepki vermek istemedikçe gülmek zorunda kalıyordum. umursamak istemedikçe üzülmek zorunda oluyordum. içimde bir şeyleri umursamayan biri vardı, onu tebrik etsem de başka biri de ÜZÜL diye bağırıyordu sanki. aman ne hoş değil mi, fizik çalışmaya da benzemiyordu bunlar. formüller gibi basit değiller.

gerçekten aklımdan çıkarmak istiyordum. yine vazgeçmek istiyordum, gece, gündüz, akşam, ikindi, yatsı, öğlen hepsinde. benim ne yaptığımı neden soruyordun? hakkın bile değildi öğrenmek. hak etmiyordun benim hayatımla ilgili bir şeyler bilmeyi. istemiyordum işte sadece, bilme, görme istiyordum ben. kendinle mi karşılaştıracaktın, neyin yarışına sokacaktın ki hayatımda olanları? sormanı istemiyordum. ismimi telaffuz etmeni istemiyordum. ses tellerine havanın çarpıp ismimi oluşturmasını istmiyordum.

hayatımda ne olduğunu bilmeni istemiyordum.
nerede olduğumu, ne yaptığımı bilmeni, yaşayıp yaşamadığımı da hatta.
umurunda bile değildi çünkü, senin umurunda olan hayatın reklam bölümüydü, seninle ilgili olan, bencilliğini tatmin eden bölümüydü. sen bana "öyle biri değilim" dedikçe "öyle biri" olmuştun işte. benim soluduğum havayı paylaşmanı bile istemiyordum.
en çok da seni düşünmek istemiyordum.
tüm kalbimle hiç istemiyordum.
"öyle biri" olduğundan beri seni sevmemek istiyorum.
tüm kalbimle hiç bir şekilde "öyle biri" olan iğrenç birini istemiyorum. benim istemeye, senin de merak etmeye hakkın yoktu işte. arkamı dönüp gidiyordum ama arkamda izlerini bırakıyordum, teker teker düşüncelerime bağırıyordum, napabilirdim ki.

umurumda değil demiştin değil mi? üzmek istemiyorum deyip üzmeye çalışmıştın, çaba bile göstermedin belki de. sevdiğini söylemiştin değil mi? şimdi de başkalarına çok daha fazlasını söylüyorsun. ah ne hoş, ne güzel sözler! ben de beynime bir şeyler söylüyorum, tekrarlıyorum şu sıralar.

bittiğini söylüyorum değil mi?
insanın masumiyeti bile,
o kadar yalancıydı ki
zillere basıp kaçan çocuklar gibi
aniden vazgeçiyordu senin olmaktan
aniden bırakıp gidiyordu

insanlar demişken,
mal sahibine çeker ya hani,
bir gün sevip sonra vazgeçiyorlar onlar da
bir gün elinden tutup bırakıveriyorlar
ve bir gün sevip unutmaya terk ediyorlar

düşünüyorum da ne acı gerçekten,
birini ne kadar sevdiğini düşünürken
aylar sonra, belki de günler
nefret etmek istemen
çalışman en azından, çabalaman
kollarını açıp açabildiğin kadar, bu kadar seviyorum işte derken
kollarınla sıkıca kendine sarılıp artık boşluğa döndürmen
o çok göstermek istediğin sevgini

ne yazık oluyormuş ki,
başkası onu severken, o da başkasını,
senin yanlarından sıyrılıp geçmen
görünmeden
bilinmeden
ve onun tarafından hissedilmeden
kendin bilirsin ya hani kendini,
bilmiyorsun ne yapmak istediğini
sevmek istemiyorsun ama,
o kadar yol yürümene rağmen dönüp dolaşıp
onun karşısına çıkıyorsun