10 Ekim 2009 Cumartesi

Kayboluş.

Sonsuzluğu istiyordum; ancak o bir son değildi. Daha ilerisi vardı hep, adı üstünde; sonsuzluk! Bir kuyu gibiydi sonsuzluk, dipsiz bir kuyu. İlerledikçe güneş ışığını umutlarla birlikte yutan bir varlığı yok etme çabası. Ruhlarımızın perdelediği bir gerçek; aslında en büyük yalan, karanlığa giden.


Karanlık ise beni içine çekiyordu. Bir sevgilinin kolları gibi sarmalıyordu beni yalancı şefkatiyle önce, sonra beynimi uyuşturuyordu tatlı şarkısıyla. Oyuncak kuklalar gibi; ellerimle teslim ediyordum iplerimi ona, kan vücudumda dolaşmıyordu artık, aydınlıkta.

Evet, ışığa, olmayana özlem duyuyordum. Bu yasaklı özlem kopardı bir ipi, aceleci bir mum yakmak için. Yanan mum ışığı da içimdeki sahipsizliğe ve ona sahip olmaya çalışan karanlığın kindar rüzgarına yenildi. Bense tek sahibime baktım, kaplamıştı her yanı. Teslim olmaktan başka çözüm yoktu, gülümsedim küçükken karanlıktan korktuğumu hatırlayarak. Artık kaçış yoktu, saklanmak, kurtulmak yoktu, çok geçti artık, aşıktım; korkularıma aşıktım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder